erdem gürses

Nepal depremi sonrası..Erdem Gürses’in gözüyle…

NEPAL DEPREMİ

BU YAZIYI YAZMAM GEREKLİMİYDİ TAM OLARAK BİLMİYORUM… AMA ÜLKEYE DÖNDÜKTEN SONRA O KADAR MAİL ALDIM Kİ… BAZI GÜNLER YAŞADIKLARIMI TWITTER ÜZERİNDEN PAYLAŞMIŞTIM. GELEN MAİLLERDE BENİM GİBİ GÖNÜLLÜ ÇALIŞMAK İSTEYENLER NEREYE NASIL BAŞVURACAĞIZ DİYE SORDULAR, BİR ÇOK KİŞİ BUNLARI TOPLU HALDE YAZ LÜTFEN, EN AZINDAN PAYLAŞIM OLSUN, HERKES OKUSUN DİYE MAİL ATTILAR. FOTOĞRAFLARA BAKTIM TEKRAR, UZUN UZUN DÜŞÜNDÜM. GÖZÜMLE GÖRDÜĞÜM ACILARI, GÖZYAŞLARINI. VE ŞİMDİLERDE NEPAL YARALARINI SARDI, ARTIK TEK GELİR KAYNAĞI TURİZM VE TARIM OLAN BU ÜLKE YENİDEN ZİYARETÇİLERİNİ KABUL EDİYOR. VE DEDİM Kİ; NEPAL’E GİDECEK OLANLAR OKUSUNLAR, TOPARLANMA SÜRECİNDE NELER YAŞADIK, BU GÜZEL İNSANLAR NELER ÇEKTİ, HANGİ YOKLUKLAR İLE BOĞUŞTU… VE HEP GÜLERYÜZLE DOLAŞIRKEN BUNLAR GELSİN AKLINIZA, BU YAŞANANLAR…

25 Nisan 2015’te yerel saatle 11:56’da Nepal’de meydana gelen 7,8 ve ardından 8.1 büyüklüğünde depremler oldu. 1934’ten beri ülkede yaşanan en şiddetli deprem olarak kayıtlara geçti. Deprem sonucunda en az 6.000 kişi öldü ve 12.000 kişi yaralandı. 12 Mayıs 2015 Salı günü 10.05’te 7,3 büyüklüğünde bir deprem daha oldu.

2007 yılında ilaç şirketinde çalışırken tatil amaçlı Nepal’e gitmiş ve 1 hafta kalmıştım. O zamanlar artık yavaş yavaş şirketten istifa edip sırtçantam ile yollara düşme fikrimi tamamen kafamda oturttuğum ve plan aşamasına geçtiğim bir dönemdi. Ama bir gezi sitem yoktu o zamanlar. Nepal insanına, sıcakkanlılıklarına, insan sevgilerine şaşırmıştım, hayran olmuştum. 17 Ağustos 1999 yılında ülkemizde gerçekleşen büyük İzmit Depremini yaşamıştım. Kocaeli Üniversitesi mezunuyum. Depremden sonra yaşadığımız ertesi günleri ömrümün sonuna kadar unutamam. Ve o depremden sonra gönüllü olarak deprem kuruluşlarında çalıştım, eğitim aldım. Nepal depremi haberlerini okuduktan sonra orada olmalıyım dedim, yardımcı olmalıyım. Bir gezgin olarak yaşadıklarımı, yolları yazıyorum ama gezginlik paylaşmaktı benim için, yardım etmekti. Yapmış olduğum seyahatlerden birikmiş bonuslarım vardı, bu bonusları güney Amerika seyahatim için kullanmak istiyordum. Ama o an hiç düşünmedim, bunların yeri burası demek ki dedim. Ve gerisini hiç düşünmeden uçak biletimi aldım. 25 litrelik bir sırtçantası aldım yanıma, iki tişört, bir sandalet, bir havlu attım içine ve cebimde sadece 30 dolar ile Nepal yollarına düştüm.

Nepal hakkında ülkemizde en çok bilgisi olan ve yıllarca bu ülkeye gezi turları düzenlemiş, düzenleyen Sayın Melih Eriş ile irtibata geçtim. Bana yardımcı olmasını, ülkede kimlerle iletişime geçmem gerektiğini sordum. Kendisi bana çok yardımcı oldu. Gerekli isimleri verdi. Telefonlarını verdi. Ve Nepal’e vardıktan sonra bu isimler ile iletişime geçtim.

Padam Lal Sapkota ve Samir Thapa ile Katmandu’da buluştum. Bu iki isim depremden sonra enkaz kaldırma çalışmalarını organize eden yetkililer idi. Ve sonraki günler bana çok büyük destek ve yardım eden can dostlarım oldular. Haklarını asla ödeyemem. Bu arada Katmandu’da korkunç bir acı ve gözyaşı vardı. Kitaplarda, televizyonlarda, seyahat rehberlerinde gördüğümüz onlarca bina yıkılmıştı. Artık Nepal eski Nepal değildi. Ve ben 20 gün boyunca gönüllü olarak çalışacağım gruba dahil oldum. Bu gruplar arasında gönüllü çalışan tek yabancı bendim. Benim dışımda enkaz kaldırma çalışmasında gönüllü çalışan tek yabancı yoktu, hepsi Nepal’li idi.

Padam ve Samir benim ilk önce çocuklarla ilgilenmemi istedi. Zaten Melih bey gerekli bilgileri onlara vermiş benim hakkımda. Deprem gönüllü çalışma günlerim Katmandu’ya vardığım ilk gün başlamış oldu böylece. Aşağıda okuyacağın notlar benim 20 gün boyunca gönüllü olarak çalıştığım deprem enkaz kaldırma bölgesinde tuttuğum notlar. Her akşam mum ışığında bazen de elektrikler geldiğinde çadırımda, hostelde yazdığım notlar. Kesik kesik ve bazıları gün atlamalı, çünkü bazı günler aynı işi 3 gün boyunca aynı şekilde yaptık. 20 gün çalıştıktan sonra yıpranmış ama mutlu bir şekilde onlarca kişinin gülümsemesi, teşekkürü ile yolcu edildim. Ağlayanlar oldu, sarılıp bana ufacık gönüllerinden kopan hediyeler verenler oldu. Gözlerim doldu, vedalaştık. Ben sonrasında 10 gün daha kaldım Nepal’de. Pokhara bölgesinde canım ciğerim arkadaşım Sergin’in evine geçtim. Kendisi yamaç paraşütü pilotu ve Pokhara’da yaşamakta. Fethiye’de çok atlama yapmıştım kendisi ile. Oradan da Chitwan yaptım. Katmandu-Pokhara otobüs biletimi Samir ve Padam hediye etti. Pokhara-Chitwan otobüs biletimi Sergin aldı. Chitwan konaklamamı ve yaptığım 2 günlük geziyi ise Samir’in sahibi olduğu Hawa Travel hediye etti. 20 gün boyunca mutlulukla görev aldığım, yorulduğum günlerden sonra bu 10 günlük tempo motivasyon oldu benim için. Sonraki günler Samir ve Padam ile defalarca buluştuk. Yepyeni arkadaşlar ile tanıştım. Radyo programlarına çıktım, gazeteler hakkımda haber yaptı. Ve Nepal benim unutulmazım arasına girdi. Orada olmalıydım demiştim kendime, gittim. Yapmam gerekenin bu olduğunu biliyordum… Ve şimdi… Onlarca kazandığım dostum, arkadaşlarım var Nepal’li… onlardan biri gibi yaşadım, çalıştım. Ama gözlerimi kapadığımda Çadır toplama alanından ayrılacağım gün bana yaşlı gözlerle bakan 5 yaşındaki Manewra’yı hiç unutmuyorum. İlk gün yanıma bile gelmeye çekinen ve korkan ama sonraki günlerde kucağımdan inmeyen, dövmelerim ile oynayan ufaklık… Ben giderken kucağımdan indirdim, çok ağladı. Babası teselli etti. 10 Gün sonra Katmandu’ya döndüğümde alana geri gittim ama bulamadım onu ve babasını. Sordum, başka bir bölgeye gittiklerini ama tam olarak neresi olduğunu bilmediklerini söylediler. Boğazımda bir sızlama oldu. Ve Thamel’e döndüm geri. Ama o oynadığımız günler en güzel hatıralar olarak kaldı bende.

KARIŞIK DUYGULAR, YOKSUNLUK HALİ…

Sabah vardım Katmandu’ya. Samir ve Padam ile telefonlaştım. Buluştuk. Samir buranın en popüler seyahat firmasının sahibi. Padam’ın ise elektronik eşya satan bir mağazası var. İkisi de hoş sohbet insanlar. Çok acıkmışım. Gittik, yemek falan yedik. Durumu anlattılar. Beni tanımaya çalışıyorlar. Neden buradayım, neden İstanbul’da sıcak yatağımı bıraktım geldim. Burada olmam gerektiğini hissettim. Gerisini bilmiyorum. Karanlık… Düşünce yok. Katmandu’da turladık biraz. Katmandu artık o kitaplarda yazan büyülü hippi şehri değil. En başta Durbar meydanı yerle bir olmuş ve benim bu satırları yazdığım çadırın bulunduğu alan olan Maymunlar tapınağı yerle bir olmuş vaziyette. Hava çok kirli, elektrik ve su yok. Halk sefil vaziyette. Ama hep güleryüzlü. Samir beni diğer yetkililer ile tanıştırdı. Kısa bir tanışma toplantısı yaptıktan sonra ilk etapta biraz alışabilmem adına buraya getirdiler beni. Katmandu’da yaklaşık 5 gün boyunca Swayambhunath Tapınağı veya seyahat kitaplarında yazdığı adı Maymunlar Tapınağı bölgesinde kurulmuş olan bu çadır alanında gönüllü olarak çalışacağım. Saat 21.42. Çadırda 9 kişiyiz. Birbirimizle hiç konuşmadık. Onlar tek kelime İngilizce bilmiyor, ben sadece namaste-merhaba diyorum. Samir ve Padam sabah uğrayacaklar buraya. Çadırın zemini toprak. Elektrik yok. Depremden dolayı fareler her yerde. Çadır merkezi dışında yaklaşık 10 dakikalık bir mesafede bir binanın su borusundan çok az akan bir su var. Çamurlu akıyor ama kovada biraz bekletince toprak dibe çöküyor. Kovalara su doldurup bezlerle bedenini siliyor buradakiler. Sivrisinek çok fazla. Ama buradakiler bizdekiler gibi sokup çıkarmıyor. 1 litre kan emiyordur kesin. Moralimi bozan tek şey sivrisinek. Nasıl yemek yeniyor, ne dağıtılıyor bilmiyorum. Bildiğim tek şey horlayan bu guruba katılmak ve uyumak. Elimde bir cibinlik tarzı kumaş var. Ayaklarına sar, ellerine sar dedi Padam. Fareler her yerde. Alışkın değilsen işkence olur senin için dedi. İlk günüm ne güzel başladı. Fare ve sivrisinekler… Sevişmelerimiz çok ateşli geçecek gibi gözükmekte. Mum ışığı gözlerimi aldı. Yatıyorum.

AKIŞINA BIRAKTIM, NEDEN…

Bu sabah saat 06.00’da uyandım. Delik deşik olmuş vaziyetteydim. Gece tek gözüm açık vaziyette uyumaya çalıştım. Fareler her yerde. Yanımdan geçip gidiyor. Çadırdakilerin umrunda değil. Uyudular rahat. Sabah meraklı gözler bana baktı. Bu alanda depremde ailesinden bireyleri kaybetmiş ufak çocuklar ve yakınları var. Bir şeyler söylediler hep ama anlaşamadık haliyle. Bol şekerli bir sütlü kahve verdiler. Gülüştük. Samir ve Padamı bekledim. Burada kalanlar bir koşturma işine girdi. Herkes bir şeyler yapıyor. Çadırlar tamir ediliyor, yemek yapılmaya çalışılıyor. Çocuklar… etrafımı sardılar 4 tanesi. Meraklı gözlerle baktılar. Gülüştük. Dövmelerimi merakla incelediler. Dokunup kaçıyorlar. Tamam, yeni oyunumuz bu..dövmelerime dokunacaklar, kaçacaklar, bende onları kovalayacağım. Oyuncak sıfır. Adalet…ne adaleti be…Aldığın 100 tl’lik oyuncağı beğenmeyen çocuklar vardır, buradaki masumlar ise dövmelerime dokunup kaçıyor, onların oyunu bu…ne oyuncağı.. lanet olsun dedim, lanet olsun…adalet falan demeyin bana… çadır bölgesini dolaştım, durum kötü. Pislik her yerde, tuvalet yok. Çocuklar oraya buraya tuvalet yapıyor, yetişkinler ise kamp dışında ufak bir kulübe var, orada toprak kazılmış, oraya yapıyor. İçeriye kokudan giremedim. Kamyon lastikleri sandalye olmuş, üstünde yatacak bir döşek yok. Hasırlarda yatıyor buradakiler. Kimseyi tanımıyorum. Yetkili var mı onu da bilmiyorum. Çadır alanı dışında maymunlar tapınağı var, hemen yukarda bana bakıyor. 2007 yılında çıkmıştım. Depremde çok zarar gördüğünü dün Padam anlattı bana. Yarın çıkmayı düşünüyorum. Kamp alanının önünde bir bakkal var. Yerel börekler falan yapıyor. Hijyen olayını unuttum çoktan. Padam ve Samir’i orada bekledim. Aradım, az sonra geleceğiz dediler. Yaklaşık 15 dakika sonra geldiler.

Yaklaşık 5 gün boyunca burada kalacağım. Serbestsin dediler. İstediğin her çalışmayı yap, çocuklarla oyna, çadırda kalanlara yardım et. Kamp yetkilisi ile tanıştırdılar. 45 yaşlarında bir bayan. Öğretmenmiş. Her sabah 06.00 da kamp alanına gelip 18.00 gibi gidermiş. Bir ihtiyaç anında haber verirsin dediler. Hijyen sıfır olan bakkal zaten börek falan yapmakta. Yeme içme oradan karşılarım. Yetkili benimle kamp alanını dolaştı. Kalanlara ve beni soranlara durumu anlattı. Biraz daha yakınlaştık buradakilerle. Dün akşam kaldığım çadırı gösterdim. Tamam dedi, kal zaten burada. Sivrisinek spreyi istesem mi acaba diye düşündüm, vazgeçtim. Kendimi sınamam lazım. Samir ve Padam ayrıldı. Diğer gruplar ile organize olmaları gerekiyormuş. Herhangi bir sıkıntı durumunda telefonla ara hemen dediler. Kamp alanında belli bir zaman sonra otomatik oluyor her şey. Çadır ipini onarmaya çalışana yardım ediyorum, ilk başta afallıyor kimsin diye ama dakikalar sonra sanki kırk yıllık arkadaşız gibi konuşuyoruz, konuşmadan kastım o anlatıyor ben dinliyorum ama anlamıyorum. Ama anlamış gibi yapıyorum. Aslında o da biliyor anlamadığımı ama onun ihtiyacı konuşmak. Belki de heyecanlı şekilde neler yaşadığını birilerine anlatmak. Öğleden sonra saat 16.00 ya kadar buralarda oldum. Sonra maymunlar tapınağına çıktım. Berbat vaziyette. Tek değişmeyen maymunlar olmuş. Her yerdeler yine. Hatta bugün bizim çadır alanında iki tane gördüm. Maymunlara dokunamıyorsun burada. Tanrı onlar. Zaten onlar tanrı diye adalet yok.. maymun adaletinden ne olur ki.. Bakkaldan 8 tane mum aldım. Tükenmez kalem aldım bide. Çadırda uyuyorlar yine. Çadıra geldiğimde bir konuşma vardı. Bana da sorular sordular, anlamıyorum, toprağa çizdiler, kağıda çizmeye çalıştılar. Dövmeleri sordular. Elimden geldiğince çizdim kağıda. Sonra herkes tek tek yattı uyudu. Horluyorlar. Toprağın üstünde hasırın üstünde yatıyorlar. Ben bir şilte üzerindeyim. Akışına bıraktım. Daha iyi anlıyorum şimdi, elimden gelen her yardımı yapmalıyım. Çalışmalıyım. Ruhumu huzurlandırmalıyım. Hiçbir şey düşünmüyorum sonrası için. Bu arada ter kokuyorum, şimdi fark ettim. Akışına bıraktım, yol beni götüreceği yere bırakır.

MUTLULUK NE İDİ… BENİM MUTLULUĞUM NE PEKİ…

İki gün oldu. Artık alışma devrem bitti, onlardan biriyim. Anlamıyoruz konuştuğumuz dilleri ama el hareketleri ile anlaşıyoruz. Kampın çocukları etrafımda. Onlar kendi aralarında işi çözdüler. Benim onlarla oynayacağımı, ilgileneceğimi kendi aralarında çözmüşler. Bir oyun alanı yaptım çadır meydanında. 16 ufaklık var burada. Herkes kafasına göre takılıyor, yerlere atıyor kendini, oynuyor. Onlara saklambaç öğrettim, bilmiyorlar oynamayı. Sabahları kalkınca bakkala gidip kahve içiyorum, black coffee diyorum no sugar. İşi çözdüm. Böyle demezsem sütlü geliyor ve bol şekerli. Veya sütü yanında sıcak olarak getiriyor. Bende süt kaymağından nefret ederim. Midem bulanır. Çocukluğumdan beri böyle. Soğuk süt diyorum. Anlaştık bir şekilde. Kamp alanı dışında bulunan 10 dakikalık bir mesafede bir binanın su borusu var, az çok su akıyor borudan. Çamurlu ama. Sabah 06.00 da kalkıp elimizde kovalarla oradan su getiriyoruz. Sular kullanılıyor, tekrar su almaya. Yaklaşık 1 saat veya 2 saat böyle geçmekte. Kovalarda su bekletiliyor, çamur dibe çöküyor. Sonra bezlerle bedeni siliyoruz. Yeni yeni uyanan ufaklıklara kahvaltı veriyoruz. Günde iki defa sandviç geliyor buraya. Yarım ekmek arasında patates ezmesi, bezelye taneli soslu. Ne olduğunu bilmiyorum ama yiyorum. Ufaklıklara ise Çin Kızılhaç örgütü süt dağıtıyor. Her tarafımızda fareler var. Artık isim koydum onlara. Buradaki ufaklıklar fare yakalamaya çalışıyor. Oyunları bu. Artık bana alıştılar. Beraber yerde yuvarlanıyoruz, karate yapıyoruz, ben tiyatro oynuyorum onlara. Tikka boyası-budda törenlerinde kullanılan boyadan vardı, burnuma sürdüm maymun taklidi yaptım, pis koptular gülmekten. Bir ufaklık var ama, adı Manewra. Yaklaşık 5 yaşlarında. Dünden beri aramıza katılmak ister gibi hali var, gelmiyor uzaktan izliyor. Dün sabah yanına gittim, dövmelerime baktı, sonra gitti. Ama nasıl tatlı bir ufaklık. Babası ile yaşıyor. Annesi depremde ölmüş. Bende annemi 4 yaşındayken kaybettim. Biraz daha farklı yaklaşmaya çalışıyorum ona. Çağırdım bugün yine, geldi, saniyeler sonra gitti. Ama saklambaç oynarken bakıyor ve gülüyor. Bakalım ne zaman gelecek yanımıza. Bugün tuvaleti suladık bide. Pis koku var ve sivrisinek çok. Toprak attık. Ama ufaklıklar çok fırlama. Ayaklarımda yapışmış oyun istiyorlar. Saat 14.00 gibi kamptan ayrıldım. Thamel’e gittim yürüyerek. Yaklaşık 35 dakika falan sürmekte. Thamel çok özlemişim. Ama maalesef mağazaların pek çoğu kapalı. Halkın paraya ve turiste çok ihtiyacı var. Dalima garden diye bir cafe var. Samir ile buluştum. Çok pis kokuyorum terden. Banyo yapabilir miyim dedim. Beni evine götürdü. Banyo yaptım. Bildiğin çamur aktı benden. Sonra tekrar bahçeye döndük. İlk defa buz gibi bira içtim. Samir ile tam kafa dengiyiz ve çok takdir ettiğini söyledi. Binlerce kilometre uzaklıkta halkına yardım ettiğim için. O anda aklımda dönen soru mutluluk ne idi, benim mutluluğum ne peki…Ruhumu dizginleyen, bir nebze olsun huzurun verdiği o rahatlık.. ne idi.. gülümsedim, biradan son yudumumu çektim, mutluluk kampta olan ufaklıkların paçalarıma yapışmasıydı. İlginç, sıkıldım bahçeden, gideceğim dedim, Samir bana samosa yaptırmış börek, bu börekler hayatımı kurtardı zaten, Nepal damak tadı bize uygun değil, poşete attım, samir motorsikletle bırakmak istedi, yürümek istedim. Samir sarıldı bana ve çalışma bittiğinde veya sen ne zaman bırakmak istiyorsan söyle, dinlenmen için bir organizasyon yapayım dedi. Yeni başladım daha dedim. Güldü. Çadır alanına döndüm. Saat 01.52. sivrisinek çok. Lanet olsun..bu hayvanların ekosistemdeki yerleri ne acaba. Unutmadan not alayım bunu, eve gidince araştırmalıyım. Delik deşik oldum yine. İlginç, 6 fare saydım bu akşam çadırda, gerçi bunlar biraz ufak. Mum ışığında gecenin bu saatinde fare sayıyorum, canım nasıl bira istedi, off yok bira değil demli bir çay nasıl istedi, şilte toprak olmuş vaziyette, şimdi fark ettim, silkeledim ama ayak kısmında bayağı kaldı, tam orada ise benimle çadırda kalan diğer 8 kişiden biri var. İlginç, adını bilmiyorum daha ama çok güleryüzlü bir amca. 50 yaşlarında. Yıldızlara bakıyorum, neden yanıma kitap almadım ki… en çok ihtiyacım olan şey bir kitap şu anda, her yer sessiz, tek tük mum ışıkları ve çocuk ağlamaları duyuluyor çadırlarda. 1999 yılı geldi aklıma, ne kötü günlerdi. Yazım da berbat vaziyette. Çocukluğumdan beri hiç yazı yazmayı sevmedim, neyse ki klavyeler çıktı sonra. Neler yazmaya başladım böyle, darmadağın, aklıma gelen her şeyi karalıyorum. Uyumalıyım. Ahaa, bir fare daha geldi çadıra, çakal yemek arıyor, ilk defa dikkatlice baktım, kulakları nasıl sağa sola gidiyor. Sıtma aşımı vurulup gelmiştim, ama olsun fazla yakın temas etmeyelim. Kaçtı hemen dışarı, yeni çadırı nerede acaba, şortum nepal’e geldiğimden beri üzerimde. Cebimde pasaport var. Pasaport ezilmesin diye hep sol tarafa yatıyorum. Yüzüme o cibinlikten kapatıyorum. Uyumalıyım.

AKLIMIN KALDIĞI KEŞKELER VAR MI… İNANCIMI NEDEN SORGULUYORUM…

Saat 23.00. mum ışığı altında yazmayı sevdim. Bugün çadırda 3 kişiyiz. Diğerleri nerede peki. Haberim yok. Yarın sabah kamptan ayrılıyorum. Şimdi aklıma geldi, ya ben 5 gündür bizim kampın yetkilisi olan bayanla hiç buluşmadım. Hiç ihtiyacım olmadı demekki…Az önce makinamdaki fotoğraflara baktım. Gözlerine dikkat etmemişim hiç. Nasıl bir bakış ve özlem duygusudur bu. Beş günüm bitti kampta. Hemen her gün aynı rutin işleri yaptım. Yarın sabah uyandığımda kamptan ayrılacağım. çocuklar toplandı etrafıma. Sabahtan beri yoğun şekilde çöp topladık. Pislik kapattık kamptakiler ile. Yine su taşıdım saatlerce. Sonra ufaklıklar ile oynadık. Samir aradı. Yeni çalışma bölgem Katmandu’nun meşhur turistlik meydanı Durbar olacak. Yarın sabah beni gelip alacak. Manewra ile çok iyiyiz. Kabullendi beni. 5 yaşındaki melek o. Nasıl bir tatlılık ve haşarılık anlatamam. Ama hep bir anne özlemi. Neden melek gibi çocuklar annesiz kalır, neden ölüme yakışan kötü insanlar, yalancılar, ahlaksızlar, şerefsizler ölmez, neden iyi insanlar ölür..cennetin insana mı ihtiyacı var..cehennem doldu insan kabul etmiyor mu yoksa…sırat köprüsünden atın öyleyse… dağıttım yine yazacaklarımı…darmadağın yazıyorum ama hep böyleydim. Kafamda aynı anda onlarca fikir düşünce. Bağlantılı hep. Bir yerlerde buluşuyor. Sabah Padam geldi buraya. Kahvaltı ısmarladı bana. Bakkaldan o samosalardan aldık. Ufaklıklara dağıttım. Karate yaptık. Sonra çadır iplerini gerdik, taşları falan bağladık, düğüm attık. Uyumuşum bir ara. Yanıma kim geldi peki, Manewra. O uyandırdı beni. Yanında ise Souraya var. Fotoğrafta başını yaslayan mahsun gözlerle bakan Souraya. 7 yaşında ve tazı gibi koşuyor. Yine maymunluk yaptım. Tüm gün onlar koştu, uyudu, dağıldı, uyandılar, oynadık. Ben bir ara kamptan ayrıldım. Maymunlar tapınağına çıktım. Biraz Katmandu manzarası izledim. Tekrar kampa döndüm. Bugün samosa dışında yemek yemedim. Genelde tencere içinde sebze pişiriliyor bol baharatlı, toplu halde onlardan yeniyor. Ama ben bir kez tadına baktım, yiyemedim. Yemek ayırt etmem hiç ama Nepal farklı. Bacaklarım çok acıyor, kızardı her tarafı. Tuvaleti temizlemek için çok toprak çektik bugün. İlginç bacaklarımın acısı huzur veriyor bana. Sabah kamp yetkilisi o öğretmen bayan ile konuşacağım. Teşekkür edeceğim. Çocukların haberi yok ayrılacağımdan. Üzülecekler. Ama belli bir zaman sonra unuturlar. Neden çok param yok ki… çok param olsaydı keşke..binlerce kutu oyuncak alsaydım, elbise alsaydım, ayakkabı alsaydım… barbie bebekler alsaydım, transformers robotlar alsaydım…lanet olsun, param yok..defter kitap boya kalemleri alsaydım…bu yazdıklarımı okuyanlar olacak, alın, okuyorsan bu yazıyı sen al, paran varsa al, yardım et. Aklımın kaldığı keşkeler var, keşke diyorum hep, keşke…inancımı sorguluyorum yıllardır, neden diyorum, beynim zonkluyor, bu yorgunluk ne güzel bir yorgunluk..yazmayı unuttum, tahta bir masa yaptık bugün, kalasların çivilerini söktük, sonra ben zımpara yaptım. Sanki bir doğa köyünde yada bir adada çalışıyorum ruh hali, mutluyum çok. Ve bugün zımpara yaparken manewra geldi yanıma, artık kabüllendi beni, koluma dokundu, sonra sarıldı. Evet sarıldı, konuşmuyor, sarılıyor ve bakıyor. Zımparayı bıraktım, tuttu elimden yürümeye başladı. O beni götürüyor bir yere, 5 yaşlarında bir ufaklık beni aldı götürüyor. Hemen iki çadır ötede kovaların olduğu yere geldik. Yerde ölü bir fare var. Onu gösterdi. Gülümsedi. Herhalde oyun istedi. Hemen fareyi aldım, çadır alanı dışına fırlattım. Ağlamaklı oldu ama anlatamadım mevzuyu, sadece kötü bir şey olduğunu yüz mimikleri ile anlatmaya çalıştım. Kaçtı benden tekrar. Tekrar masa yapılan yere döndüm. Çin kızılhaçından yetkililer gelmiş, tanıştık onlarla. Oh be İngilizce konuşuyoruz. Yarım saat falan sohbet ettik. Bana bir tişört hediye ettiler. Bugün ilk defa ağızlık taktım kampta, hava çok pis ve ağır bir toz bulutu kapladı her yeri. Boğazım tıkalı hala. Mum ışığında yazarken mumun gölgesi not defterime düşüyor. Gizli bir romantizm söz konusu. Kitap getirmeyi nasıl akıl edemedim ki.. Turgut uyar mırıldanıyorum. Heyecan var içimde. Sabah ne olacak acaba. Yepyeni bir grupla olacağım. Uyuyamıyorum. Yazmak ta istemiyorum. Söz bitti bu gece…

SESSİZLİK İÇİNDE ELDEN ELE…BISTA BISTA…YAVAŞ YAVAŞ…

Sabah 07.00 gibi uyandım. Bacaklarım öyle bir ağrıyor ki. Bugün taşıdığım kalaslardan olmalı. Hamlanmışım. Kampta kamp yetkilisi bayan geldi. Onunla buluştum. Çok teşekkür etti. Padam ve Samir geleceğini söyledi. Onları bekledim. Ufaklıklar uyuyordu. Onlarla vedalaşamadım. Bakkala gittim. Yaklaşık 1 saat oturdum. Kahve içtim. O sırada manewra geldi babasıyla. Çok sevindim. Atladı kucağıma. Dövmelerime dokunuyor, özellikle anka kuşuna bayıldı. Babasına gideceğimi söyledim. Her şey için çok teşekkür etti. Evlenecekmisin diye sordum. Evet dedi. Fazla konuşmadık. Kampa geri döndüm. Çadırda uyuyan 3 kişi uyanmamıştı. Yan çadırda bulunan kadınlar uyanmıştı. Namaste dedik. Kova ile su taşıdım. Belli bir zamandan sonra her şey otomatik oluyor, görevin belli. Hava çok kirliydi, maskemi taktım. Pamir geldi yanıma, samirin işi çıkmış. Kısa bir vedalaşma oldu. Saat 09.30 gibi kamptan ayrıldım. Padam 5 gün çalışacağım durbar meydanına getirmeden önce kalacağım hosteli ayarlamış. Thamel meydanının göbeğinde. Çantayı bıraktım ve meydana geldim. Ana baba günü burası. Neredeyse tüm çalışma grupları burada toplanmış. Gözlerime inanamadım. Kitaplarda gördüğünüz o ünlü meydan yıkılmış, darmadağın olmuş. Nutkum tutuldu. İçim sızladı. Geçen sene nepal’e giden ve bu meydanı gören biri ile bu sene giden biri arasında çok fark olacak çünkü geçen sene burada olan tapınaklar bu sene yok, yıkılmış, yok olmuş. Durbar meydanı çok önemli, katmandu’nun turizm geçim bölgesi. Burada padam bana gönüllü elbisemi verdi, grup üyeleri ile tanıştırdı. Herkes şaşkın gözlerle bana baktı, aynı bakış, hatırlıyorum, kim bu, necidir bu adam bakışları, Pamir benim hakkımda gerekli bilgileri vermiş. Gruptaki herkesle tek tek tanıştım, nasıl teşekkürler ediyorlar, nasıl gülümsüyorlar. Hem burada olmam, hemde kampta çalışmam çok etkilemiş onları.

Gönüllü grupları ile kısa bir toplantı yapıldı. Ve sonra benim çalışma bölgem belirlendi. Durbar meydanının tam göbeğindeyim. Meydanda bulunan binlerce tuğla, kalas, depremden kalan enkazları kaldırmaya başladık. Ana meydan içinde bulunan müzenin bahçesine atıyoruz. Meydan kapalı. Etrafımızda silahlı nöbet tutan askerler. Askerlerden de gruplar oluşturulmuş. Onlar da yardım ediyorlar. İlk saatler kimse konuşmadı benimle. Herkes meraklı gözlerle bana bakıyor. Sonra yavaş yavaş yanıma geldiler. Özellikle kalasları taşırken yol açanlar yanıma geldi, müthiş bir memnuniyet ve gülüş eşliğinde.nerelisin adın ne, neden buradasın gibi sorular. Padam hep yanımda, etrafımda. O kadar yardımcı oldu ve tercümanlık yaptı. Padam benim hakkımda konuştukça etrafımdaki kalabalık arttı ve başladık fotoğraf çekilmeye. Buradaki çalışma saatim 07.00-15.00 arası. Ondan sonraki saatler boş zaman serbest zaman. Ter kokuyorum. Banyo yapmaya ihtiyacım var. Sakallarımın içine kadar koku işlemiş. Uzun uzun toplantı yapılırken durbar meydanına baktım. 2007 yılını hatırladım. İçim sızladı. Bu insanlar kadar barış yanlısı, sevecen bir toplum yoktur. Tek geçim kaynakları turizm. Ama şimdiki duruma bakınca neler hissedeceğini anlayamıyor insan. Musluk tıslıyor hala. Su yok. Sular ve elektrikler kesiliyor hep. Keşke kovaya su doldursaydım ilk geldiğim zaman. Hostel odasında sadece ben kalıyorum. Turist zaten yok. Rahatladım biraz çünkü vızır vızır yanımdan geçen fareler yok. Bu fare olayı çok problem, korkma olayında değilim, salgın hastalık olayındayım. Ayaklı salgın hastalık fare.

Meydanda çalışma saatim bitene kadar enkaz kaldırma çalışmasında çalıştım. Özellikle kalaslar taşınırken çok zorlandık. Ağır ve her tarafı çivi dolu. Hava çok kirli. Meydan ziyaretçilere kapalı. Ama yerel halktan pek çok kişi gelip açık olan tek tük tapınaklarda dua ediyor çan çalıyor. Çalışmanın sonlarına doğru meydanda bir taşa oturdum, sigara yaktım bir tane. Çok susadım. Bakkaldan bir şişe su aldım. İçerken yanıma bir nepalli kadın geldi, içebilirmiyim dedi, tabi dedim. İçtikten sonra kısa bir sohbet yaptık, İngilizcesi çok iyi. Özel bir okulda öğretmenmiş. İyiki buradasın, budha gönlünden sana versin dedi. Ne güzel bir söz bu. Manewra ne yapıyor acaba, bak şimdi aklıma geldi. Padam bir ara yanıma geldi, fotoğraf çekilelim dedi. Grup yetkilileri ile fotoğraflar çekildim. Herkes teşekkür ediyor, bu arada ilk gün şansına Katmandu belediye başkanı geldi, beni tanıştırdılar, fotolar çekildik. Meydan nasıl toparlanacak onu bilmiyorum. Bildiğim tek şey sessizlik içinde organize olmuş bir topluluk var gücüyle çalışıyor. Bu meydanda çok ceset oldu, depremde enkaz altında kalanlar oldu. Çok ceset çıkarıldı. Kader..ben kaderi her insanın kendisinin yarattığına inanırım. Sinderella masalında sinderella ayakkabısını almak için geri dönseydi prenses olamazdı. Odanın pencereleri kapalı ama sivrisinek var yine. Uyumak istiyorum ama uyuyamıyorum. Bugün durbar meydanında bısta bısta kelimesini öğrendim, yavaş yavaş… başka zaman olsa bana pek bir şey ifade etmeyen bu cümle şimdi benim için çaresizliğin, bu çaresizliği yenmek için azimle çalışmanın kilit cümlesi oldu, bısta bısta… ruhum bile bısta bısta şimdi… yoruldum yazmaktan…

YUKARDAN YAĞAN YAĞMURLA YÜZÜNÜ DEĞİL, RUHUNU DA YIKA…

Günlerden sonra 10 dakikada olsa banyo yapabildim. Samir burada değil. Padam ile beraber iş için şehir dışına çıktılar. 2 saat önce hostele geldim. Su kesik kesik akıyor. Depo varmış yukarda ama çamurlu akıyor su. Lanet olsun dedim, aldım havluyu ve deponun olduğu çatı katına çıktım. Açtım depo suyunu, banyo yaptım. Saç diplerimde kuru çamur birikintilerini sallıyorum şimdi bunları yazarken. Rahatladım ama. Depremden dolayı elektrik ve su çok sık kesilmekte. Özellikle su sıkıntı başkent katmandu’da. Bu sabah erkenden meydana gittim. Dolaştım. Müze kapısına geldim. Elbisemden dolayı ve giydiğim baretten dolayı her kapı anında açılıyor sıcacık bir gülümseme ile. Nöbetçi askerler kahve içiyordu, ikram ettiler bana. Yaklaşık 45 dakika sohbet ettik ama yine anlamadık birbirimizi. Sonra sadece anlamlı ve minnet dolu bakışmalar yerini aldı. Bizim grupta olanlardan birkaç kişi geldi. Başladık sohbete, görev dağılımı yaptık. Ruhumun büyüdüğünü daha da büyüdüğünü hissediyorum. Saat 09.00 gibi tüm grup geldi ve başladık çalışmaya. 3.günüm burada. İş aynı. İlk önce ufak enkaz parçalarını kaldırıyoruz, sonra büyük tapınak kısmında yığılmış kalas parçalarını taşıyoruz. Hava çok sıcak ve nemli. Ağızlık takıyorum çünkü toz çok fazla. Öğle arasında tapınak arkasında bulunan Bhairab Şiva heykeline gittim. Sağlam olarak kalan ender heykellerden. Bu heykelin önünde yalan söylersen ölürsün diye bir inanış var. Heykele Nepal halkının yaptığı gibi dokundum, ruhumdan geçenleri mırıldandım. Alnıma bir tika koydular, kırmızı boya. Daha kendim oldum, onlar oldum. Gruba geri döndüm. Ellerim terliyor bunları yazarken, kalem elimden kayıyor. Hava çok sıcak. Pencereyi açamıyorum, sivrisinek var.

Alnımda tika kalasları taşırken meydanda bulunanlar ilgi ile izledi beni, yanıma gelip teşekkür edenler, selam verenler. Onlardan biri gibiyim. Muson yağmurları başladı burada. Başlangıç atışları yapılıyor. Yağmur yağıyor şu anda. Severim yağmur altında yürümesini. Uzun zaman önce İstanbul Balat’ta bir rahip ile konuşmuştum, bana gökten yağan yağmur ile yüzünü değil ruhunu da yıka demişti. Ruhum… telefonuma bazı zamanlar aptal aptal sorular geliyor. Nepal’e gittin de kızları nasıl diye sormuş aptalın biri. Cevap vermeye tenezzül bile etmiyorum. Ellerim nasır tuttu. Ruhum çok hafif ama. Sigaram yok. Off sigara olsaydı keşke. Dandik bir tütün de olsa olur.

BİLİYORUZ NEYİ BÖLÜŞTÜĞÜMÜZÜ. KONUŞMASAK DA.

Bugün son günümdü meydanda. Toparlamaya başladık. Herkesle gülümsüyoruz. Herkes benimsedi beni. Samir geldi bugün meydana. Chitwan yapmak istermisin diye sordu. Delimisin tabi isterim dedim. Sana hediyem olsun. Pasaport bilgilerini istedi. Aldığım en güzel hediye bu oldu. Gönüllü çalışmam bittiğinde chitwan yapacağım. Gidememiştim daha önce. Bugün erken bitirdik çalışmayı. Meydanı açmak istiyor Nepal hükümeti. Turistlerden gelenler var çünkü.en azından kalanları gezmek istiyorlar. Bugün tek tük rastladım onlara. Kalas taşırken bir çivi sırtıma girdi. Dikkat etmemişim. Canım yanıyor hala. Ufak bir kan toplanması oldu çivinin battığı yerde. Acıdan zevk alıyorum herhalde. Bende bir hatırası oldu nepal’in belki de böyle düşündüğüm için. Sık sık fotoğrafımı çekmek isteyenler oluyor. Şaşıranlar çok. Neden buradasın diyenler çok. Türkiye konsolosluğundan yetkililer bugün irtibata geçti benimle. Tebrik ettiler. Ruhum okşanıyor ama neden…neden okşanıyor..ben normal bir şey yapıyorum. Sular akıyor bugün. Banyo yaptım. Tişörtlerimi yıkadım. Toz toprak lekesi geçmedi pek ama olsun. Sabun kokuyor en azından. Bugün hostele gelen şili’de yaşayan iki kız var. Tanıştık lobide. Kısa bir sohbet oldu. Yorgunum. Yarın sabah yeni görev yerimde olacağım. Samir ile görüşemedik gün boyunca. İşleri nedeniyle erken ayrıldı. Öğlen dağıtılan sandviçlerden iki tane yedim. Çok acıkmışım. Hava sıcaklığı ve toz zorluyor bazen. Aklıma bugün Kocaeli depremi geldi. Yaşadıklarım. Neyin borcunu ödüyorum..düşündüm bunu..sadece gönüllü çalışan tek yabancı benim. Belki başka biri olsaydı bunun cevabını verebilirdim. Sabahın 08.00 inden öğlen 15.00 e kadar kalas taşıdım. Şikayetim yok. Aylar sonra buraya gelen Türkler belki de bu yazdıklarımı okuduktan sonra bana bir selam yollarlar. Huzurluyum. Terimi döktüm bu meydana. Seyahatlerimi düşünüyorum şimdi,

nerede son vereceğim, noktayı ne zaman koyacağım, EIbet hep böyIe geçmeyecek ömrüm, kimbiIir hangi güzeI yerde beni, hangi yaşanılacak bir gelecek bekliyor? ama şunu biliyorum ki yaptığın her güzellik ve paylaşım sana iyilik olarak geri dönmekte… gezginim, aslında gezgin kim.. anlamı açıklaması ne gezginliğin… çok gezmek mi..çok ülke görmek mi..hayır, paylaşmak, vermek, tebessüm etmek…yardım etmek…biliyormusun gezginler arasında salak saçma bir rekabet vardır, kim daha çok ülkeye gitti diye..gülerim hep. Ama kim daha çok yardım etti diye bir konu başlığı yoktur. Ben bu konu başlığı altında olmak isterim hep. Neden bunları yazıyorum şimdi bilmiyorum, belki de anlamsız saçma bir mantık güttüğüm için. Olsun yazmak istiyorum not defterime, şu anda düşündüklerim bunlar. Kahve içmek istiyorum……………………………………………………………………………………..

Aşağıda kahve yaptım kendime, odamda tekrar kahve içerek yazmak istedim. Yazamıyorum. Tıkandım. Aklıma geldi, nasıl güzel gülüyorlar gruptakiler ve nasıl samimi teşekkür ediyorlar bana, tek istediğim uzun yıllardır bu değil mi?

TOPRAK, SEVDİKLERİMİZİ ALDIĞI İÇİN Mİ BÖYLE GÜZEL KOKAR?

Çalışma yerim bu sabah değişti tekrar. Sobhavagbati nehri kıyısında benim ilk geldiğim kamp alanı yakınında ufak bir yerleşim yerine getirdi Padam beni. Burada çok can kaybı olmuş. Benim grubumda olanlar buraya transfer oldu. Burada evler alt üst. Can kaybı çok olmuş. İnsanlar sessiz. Sabah 06.00 da Padam hostele geldi, motorsiklete atladık ve buraya geldik. Çok büyük bir enkaz var burada. İş dağılımı yaptık önce ve benim iş tanımım da değişti. Grupta bu sabah kadın sayısı fazlaydı, ama iş ağır kazma kürek işiydi. Aslında kimse kimseyle konuşmuyor, aramızda sanki kodlanmış bir telepati iletişimi var. Kim yorulursa o onun yerine geçiyor. Bugün çok ciddi anlamda yoruldum. Bu satırları yazarken bile ellerim parmaklarım nasırdan zor kalem tutuyor. 07.00 gibi işe başladık. Öğlene kadar aralıksız tuğla ayıkladık. Ama öyle ayıklama işi kolay falan değil, sağlam tuğlalar ayıklanıyor, hasar görmüş olanlar ayrı bir bölümde kırılıp toz haline getirilip biriktiriliyor. Sonrasında tekrar kullanılacak. Hava kirliliği bugün ilk defa bu kadar çok. Ağızlık takıyorum hep. Enkaz kaldırma çalışmasında iki kadın devamlı ağladı. Kızlarını kaybetmişler bu evde. Cansız bedeni saatler sonra çıkmış bulunmuş. Kız 6 yaşındaymış. 6 yaşında..6 yaşında..nutkum tutuldu. Gruptaki kadınlar onları uzaklaştırdı. Neden dedim, neden.. Padam yanımdayken sordum, neden dedim, Hindu ya da Budist dinine göre “İyi insanların başına kötü şeylerin gelmesinin sebebi Karma yasası. Onlar önceki hayatlarında ektiklerini şimdi biçiyorlar.” Dedi. Konuşamadım. Ölümü hak etmeyen yada erken ölenler bana göre günahlarından beraat ediyorlar dedim. Haklısın dedi. Seninki de bir düşünce. Ağlayan anneye baktım. Toprak kokusu içimde burnumda farklı tat bıraktı birden, elimde kazma kürek toprak atarken kokusunun güzelliği sarstı beni, annemin mezarı da bu kadar güzel kokuyordu. Toparlandım, işime odaklandım. Saatlerce enkaz evlerinde kazma kürek salladım. Düşünce yoktu beynimde. Şimdi bu satırları yazarken aklımda beynimde onlarca fikir yine dönüp dolaşıyor. Anjelika geldi yanıma, günlerdir beraberiz çalışıyoruz. Nepal’li. İlk günden beri akıcı İngilizcesi ile konuştuğum ender insanlardan. Yorgun gözüküyorsun dedi. Yorgun değilim ama isyan ediyorum dedim. Yapacak bir şey yok erdem dedi. Karma felsefesi. Yoruldun sen, tuğla taşıyalım dedi. Saatlerce tuğla taşıdık sonra elden ele. Ara sıra polisler geliyor enkaz çalışma bölgelerine, asayiş berkemal mi diye bakıyorlar. Sular kesik yine. Duş yok banyo yok. Alıştı bünye ama. Ayaklarım toz toprak içinde çarşafta leke bırakıyor. Huzurluyum çok. Her geçen gün daha çok kültürlerine alışıyorum. Bugün ilk defa elimle pilav yedim. İlginç deneyim oldu. Öyle sade pilav değil ama, dar-bat yedim. Gezi notlarımda yazacağım bu konuyu. Cıvık cıvık karışımları elimle top top yaptım yedim. Sakalım problem oldu ama yedim.

Yollara her düştüğümde sırtımda çantam onlarca macera yaşadım. Var olduğumu bilmek için var yaşam. Beni bilmek için, sevgiyi yaşamak için! Deneyim bilmektir. Deneyerek öğrenir insan. Ben kimim?  Ne yapıyorum? Niçin buradayım? Sorularını sormaya, cevaplar aramaya başlar. Ve bir yolculuğa çıkar. Belki de günlerdir yaşadığım düşündüğüm yolculukta en sarsıcı anlar bugündü. Kızını kaybetmiş o annenin ağlaması. Kimbilir ne hayalleri vardı. Kızını evlendirecekti, torun bakacaktı belki. İşte bende bu enkaz kaldırma çalışmalarında günlerdir yaptığım bu yolculukta bu ağlama sesleri ile tıkandım. Oysa her kişinin yolculuğu içsel değil mi. O kadar çok sorgulamaya başladım ki hayatı, yaşadıklarımı… hayatı… insanları, olayları. Aklım karıştı. Oysa her türlü olumsuz koşula hazırlamıştım kendimi ama bu gözyaşı ağlama inleme…bu satırları yazarken bile aklımda hep.

BİR ACININ RESMİ ÇEKİLMİYOR. BİR DE SEVDANIN…

18.günüm bitti deprem enkaz kaldırma çalışmalarında. Bu sabah görev yerim tekrar değişti. Thamel meydanının yanında yer alan ara sokaklarda ağır hasar görmüş evlerin enkazlarını kaldırmak için çalıştım. Alıştım bu duruma. Sabah Samir geldi. Görev yerin değişti dedi. Alıştım artık bu duruma dedim. Her şey yolunda mı dedi. Mutluyum dedi. Sırtımı sıvazladı. Samir ve Padam. Adam gibi adamlar. Can dostlarım benim. 2 gün sonra anlaştığım gün olan 20. gün olacak. Bitecek çalışmalarım. Ama onlar devam edecekler. Sabah çok erken çalışmalara başladık. Bugün ilk defa bir yabancı gördüm, tanıştırdılar. Japonya’dan gelmiş ve gönüllü çalışmasının ilk günüymüş. Bayağı sohbet ettik. Ağır hasar görmüş 4 evin enkazını kaldırdık, eşyalarını boşalttık. O kadar benimsedim ki bu çalışmayı. Gruptaki herkes sanki yıllardır arkadaşım gibi. Bir de fikrimi soranlar bile var. Nepal dilini bilmiyorum hala ama İngilizce çat pat konuşanlar var, anlaşıyoruz. İki gündür banyo yapmadım, su yok. İstanbul dönüşünde hayvan gibi hamam sefası yapacağım. Hatta kese attıracağım. Neler yazıyorum ben böyle emin değilim. Hamam canlandı gözlerimin önünde. Sokakta evlerin enkazını kaldırırken evde yaşayan ve neyse ki bir şey olmamış o evin hanesi geldi, tanıştık. Evden eşyaları aşağıya atan bizim gruptan arkadaşın her attığını poşete koyup saklamaya çalışıyor, tekrar kullanacağız diye. Acının resmi bu olabilir mi, ya sevdanın resmi… 18 gün geçti burada, sabahın köründen öğleden sonraya kadar toz toprak içinde çalıştığım 18 gün. Bacaklarım ağrıyor, saçlarım toz toprak dolu. Olsun be diyorum, mutluyum. Ruhum anlaşılmaz bir şekilde hafif. Nepal halkı, çalıştığım grup arkadaşlarım hep güler yüzlü, azimli, inançlı…bugün Anjelika’ya istanbul’u anlattım. Yemek molasında. Yemeği sokakta oturan halktan bir kadın yapmış. Bir tencere pirinç pilavı karışık sebze. Ufacık bir pide tarzı ekmek üzerinde bir kepçe veriyor, elinle ezip karıştırıp yiyorsun. Alıştım elimle yemek yemeye. İstanbul’u anlatırken gözlerim daldı. Çok merak etti, çok isterim gelmek dedi. Her zaman gel dedim. Metrobüsü anlattım, vapurları…inanamadı, büyüklüğünü hayal edemedi koca İstanbul’un. Çalışmaya geri döndük. 4.grup yetkilisi beni öğrenmiş, hakkımda konuşulanları duymuş. Padam ile yanıma geldi, benimle fotoğraf çektirdi ve teşekkür etti. Farklısın dedi. Hep öyleydim dedim. Gülümsedi. Herkes aynı dedim. Kısa bir sohbetten sonra görev yerlerimize döndük. Acıyı gördüm, tekrar ayağa kalkma inancını gördüm, samimiyeti ve insanlığı gördüm. Samir geldi öğleden sonra. Chitwan için bana yer ayırtmış. Gez gönlünce, bizim için bu kadar çalıştın, ufak bir hediyemiz olsun sana dedi. Çok sevindim, mutlu oldum. Bunları yazarken karşımda vantilatör var, elemanlar getirdi. Zaten pek kimse yok al abi kullan dedi. Nasıl güzel püfür püfür esiyor. Mutluluk bu olabilir mi aslında, ne öğrendim bu 18 gün boyunca? Beynim karmakarışık, Türkiye’ye dönmek istemiyorum. Neden zengin değilim ki ben, neden çok param yok? Ellerim terlemeye başladı yine, oldum olası kalemle yazı yazmayı sevmiyorum. Bu yazdıklarımı niye yazıyorum ki…siteye koyar mıyım acep..yaşadıklarım başkalarını ilgilendirmez ki..ama gelen mailler..keşke kahve olsaydı, yorgunluğumu alırdı. Sol elimin başparmağının nasırı büyümüş, patlatmak lazım, keşke kitap alsaydım yanıma. Ama Chitwan günlerimde iyi yatacağım, kendime söz verdim.

kaynak; erdemgurses.com